Pages

25.12.2008

nasrettin hoca - Sıcak Ekmekler

nasrettin hoca - sıcak ekmekler

Nasrettin Hoca yolculuğa çıkar. Birkaç gün yol aldıktan sonra, zaten az olan parası biter. Beş parasız bir müddet daha gider ama çok geçmeden açlık başına vurur. Parası olmadığı halde çarşı pazar dolaşmaya başlar. Bir ekmek fırınının önünden geçerken burnuna mis gibi sıcak ekmek kokusu gelir. Hoca, dükkanın önünde durup, müşteri bekleyen fırıncının yanına gelir ve:
-Hey ahbap, bu ekmekler senin mi, diye sorar.

Adam umursamaz bir vaziyette cevap verir:
-Evet, benim.

Nasreddin Hocanın karnı iyice acıkır, ağzı sulanır.
-Gerçekten senin mi bu mis gibi kokan sıcacık somunlar?

Adam Nasrettin Hocanın açlığından haberdar değildir ya, sinirli sinirli cevap verir:
-Benim dedim ya kardeşim, daha ne sorup duruyorsun!

Hoca ekmeklere bakarak iç geçirir:
-Sen elindeki nimetin kıymetini bilmiyorsun ahbap. Madem bu kadar ekmek senin, neden yemiyorsun...!

19.12.2008

Kısa Nasrettin Hoca Fıkra - Belki

Nasreddin Hoca ağır bir hastalığa yakalanmış. Günlerce yatak döşek yatmış. Bir gün:
-Aman karıcığım, demiş. "en cicili bicili giysilerini giy. Tak takıştır, sür sürüştür, bi güzel süslenip püslen. Başucumdan da ayrılayım deme.." demiş.

-Aşkolsun efendi; demiş karısı. "Bu dediğin olacak şey mi? Sen böyle ölüm döşeğinde yatarken süslenip püslenmek yakışık alır mı hiç? Gören konu komşu ne demez sonra?

Nasreddin Hoca karısının sözünü kesmiş hemen:
-Konu komşuya kulak asma sen. Süslenmene bak. Ben neredeyse son nefesimi vermek üzereyim. Azrail canımı almaya gelince belki seni beğenir, bakarsın beni bırakır seni alır...!

17.12.2008

Nasrettin Hocanın Hayatı ve Fıkraları - Dilenci Fıkrası

Nasrettin Hocanın Hayatı ve Fıkraları - Dilenci Fıkrası

Nasreddin Hoca bir gün pazarda dolaşırken yanına bi dilenci yaklaşır ve:
-Bana sadaka veririsen sana dua ederim! der..

Demesiyle Hoca hemen cebinden beş on kuruş çıkarır, dilenciye verir.
-Aman dua mua etmem istemem! der Hoca.

Dilenci:
-Niye?
Nasreddin Hoca:
-Eğer senin duan kabul olsaydı, sen şimdi dileniyor olmazdın...!

15.12.2008

Nasrettin Hoca Fıkraları - Hoca'nın Sarığı

Nasrettin Hoca Fıkraları - Hoca'nın Sarığı

Nasrettin Hoca bir gün tarladan dönerken kuvvetli bir rüzgar çıkmış ve Hoca daha n'oluyor demeye kalmadan başındaki sarığı rüzgardan uçmuş ve çamura bulanmış. Hoca almış yerden sarığı geçirmiş başına.

Sıkkın sıkkın yürürken birkaç adam çıkmış karşısına. Hoca'nın başındaki sarığı görünce her kafadan bir sese çıkmaya başlamış:

-Hocam sarığın kirlenmiş..., Hocam sarığın çamur olmuş...!
Hoca: Kirlenmişse kirlenmiş n'apalım yani..!
-N'apalımı var mı Hocam? Yıkasan şu sarığını..!
Hoca: Pöh..! Yıkayınca yeniden kirlenmeyecek mi sanki!
-Olsun Hocam, kirlenince yeniden yıkarsın.
Hoca: Bir daha kirlenir..?
-Sen de bir daha yıkarsın Hoca'm.

Hoca sarığın kirlendiğine mi yansın, yoksa adamların ukalalığına mı kızsın... Öfkeyle homurdanmış Hoca:
-Ne yani ben bu dünyaya sarık yıkamaya mı geldim..!

7.12.2008

Kurban Bayramı - Nasreddin Hoca

Kurban Bayramı - Nasreddin Hoca

Nasreddin Hoca parasızlıktan o kurban bayramında kurban alamamış. Bayram namazından, kara kara düşünerek eve dönerken, otlayan koyunları görmüş ve gözüne kestidiği birini alıp eve götürmüş. Güzelce kesmiş, etlerini kemiklerini ayırmış. Hanımına:
-Hanım al şu eti güzelce kavur bakalım da, yiyelim birlikte, daha sonrada gelen misafirlere ikram ederiz demiş.

Hoca'nını hanımı bu işe baştan razı değilmiş zaten. Sormuş Hoca ya:
-Hocam kıyamet günü bu koyun için sorguya çekilince ne yanıt vereceğiz? demiş.
Hoca :
-İnkar ederiz, demiş.
-İnkar edemeyiz, kıyamet günü keçi dirilip tanıklık edecek.
-Tamam işte, demiş Hoca. Kıyamet günü keçi dirilip gelse hemen yakalayıp sahibine geri verip bu dertten kurtuluruz.

4.12.2008

Rahmet Yağıyor - Nasreddin Hoca Fıkraları

Rahmet Yağıyor - Nasreddin Hoca Fıkraları

Nasreddin Hoca çok yağmurlu bir günde pencerenin önüne oturmuş dışarıyı izliyormuş. Bir ara komşularından birini, koşa koşa evine doğru giderken görmüş. Pencereyi açarak seslenmiş:
-Yazık sana komşu..! Senin gibi aklı başında, inançlı bir adam, Allah’ın rahmetinden kaçar mı hiç?…

İçinden Nasreddin Hoca’ya hak veren adamcağız, koşmayı bırakmış ve ağır ağır yürümeye başlamış. Fakat eve geldiğinden tepeden tırnağa ıslandığını anlayınca, Hoca’nın oyununa uğradığını anlamış...

Günün birinde bu sefer de Nasreddin Hoca yolda yağmura tutulmuş, koşa koşa evine gidiyormuş. Daha önce kendisiyle alay ettiği komşusunun evinin önünden geçerken adamcağız “taşı gediğine koymanın tam zamanı” diye düşünerek, Hoca ya seslenmiş:
-Hocam, Hocam, Allah’ın rahmetinden niçin kaçıyorsun, ayıp değil mi sana?

Hoca, hiç istifini bozmadan koşmaya devam ederek şu cevabı vermiş:
-Sen ne anlarsın be adam!… Ben rahmetten kaçmıyorum, tam tersine yere düşen rahmetleri
çiğnememek için koşuyorum!…”

Nasreddin Hoca 800 Yaşında

Nasreddin Hoca 800 Yaşında

800. doğum yıldönümü nedeniyle Nasreddin Hoca'nın farklı görüşler ekseninde inceleyelim istedik...

İncelikli zekasıyla gülmece türünün öncülerinden kabul edilen büyük Türk halk bilgesi Nasreddin Hoca, 800 yıldönümünde andık. Nasreddin Hoca, gerek halk arasında dünden bugüne anlatılagelen fıkralarla gerekse de fıkralarından türetilmiş 'Parayı veren düdüğü çalar', 'Dostlar alışverişte görsün', 'Yorgan gitti kavga bitti' türünden deyişlerle gündelik yaşamımızda var olmaya devam etmektedir.

Yaşadığı on üçüncü yüzyılda insanlara iyimserlik ve yaşama sevgisi aşılayan, bireysel ve toplumsal sorunları irdeleyen Nasreddin Hoca’nın isminin altında kanlı canlı bir halk bilgesi’nin yanı sıra, Ön Asya, Doğu Avrupa, hatta Kuzey Afrika folkloründe de yaygın olan, mizah figürlerini kapsayan oldukça geniş bir hikaye külliyatı yer alıyor.
800. doğum yıldönümü nedeniyle Nasreddin Hoca’nın yaşamına, fıkralarının ardındaki halk kültürü ve fikriyatına doğru bir yolculuğa çıkalım; Hoca’yı farklı görüşler ekseninde inceleyelim.

Nasreddin Hoca’nın hayatına dair kesin bilgiler mevcut değil. Mevcut biyografilerin birçoğunun nihai kaynağı, 19. yüzyılda yaşamış Sivrihisar müftüsü Hüseyin Efendi’nin “Mecmua-i Maarif” adlı eseri.

ESPİRİLİ VE CİN FİKİRLİ KİŞİLİK
Mecmua-i Maarif e göre, 1208 ve 1284 yılları arasında yaşadığına inanılan Nasreddin Hoca, Eskişehir’e bağlı Sivrihisar’ın Hortu yöresinde doğar. Hortu Köyü’nün ismi bugün ‘Nasreddin Hoca’ olarak değiştirilmiştir. Ancak Türkiye’nin en önemli halk bilimi araştırmacılarından Pertev Naili Boratav’a göre Hoca’nın Sivrihisarlı olduğuna dair elimizde hiçbir kesin delil yoktur. Bu rivayetin nihai kökeni, kendisi de bir Sivrihisarlı olan, erken 15. yüzyılın siyasi figürlerinden Hızır Bey’dir.

Öte yandan 1930’lu yıllarda Sivrihisar’da bulunan ve bugün Konya Müzesi’nde görülebilen, üzerinde “Nasreddin Hoca kızı” yazılı mezartaşı, Hicri 727’de (Miladi 1326-1327) ölmüş Fatima’ya aittir. Hoca gerçekten Sivrihisarlı mı mı yoksa muzip karakteri nedeniyle ona Sivrihisar kökeni mi atfedilmiş? Kesin olan şu ki, oldukça eski tarihlerden itibaren, Sivrihisarlıları ve Hoca soyundan geldiği iddia edilen kişileri esprili, cin fikirli insanlar olarak betimleyen bir gelenek sözkonusudur. Nasreddin Hoca’nın Sivrihisarlı olduğu iddiasını kabul edersek, ki halk arasındaki yaygın görüş de bir dizi kaynak da bunu ifade eder; Hoca’nın babası Hortu köyü imamı Abdullah Efendi, annesi aynı köyden Sıdıka Hatun’dur. Hoca, Hortu’da babasının medresesinde başladığı eğitimini, 23 yaşından sonra Sivrihisar’daki medresede sürdürür. Babasının ölümü üzerine Hortu’ya dönerek köy imamı olur.

AKŞEHİR’İN HOCASI
1237’de, yani Sultan 1. Alaaddin Keykubat’ın son saltanat devirlerinde Akşehir’e yerleşen Nasreddin Hoca, devrin bu önemli kültür merkezinde, zamanın ünlü alimleri Seyyid Mahmud Hayrani ve Seyyid Hacı İbrahim’in derslerini dinler. Daha sonra dini çalışmalarını sürdürür, medresede ders verir, kadılık yapar.

İki kez evlenen Hoca’nın Fatma ve Dürr-i Melek Hatun adlarında iki kızı, bir de oğlu olur. 1284’te Akşehir’de ölen Nasreddin Hoca’nın türbesi Akşehir ilçesi surlarının doğusunda yer alır. Bugün de pek çok kişi tarafından ziyaret edilen, yanları açık ama kapısında kocaman bir kilit bulunan türbe, Hoca’nın mizah duygusunun altını bir kez daha çizer.

Burası insanları gülümseten bir mezar olması açısından da önemli. Tam da bu noktada Hoca’nın ünlü fıkrasını anıp, türbedeki uygulamadan söz etmekte de fayda var: Çevreden bir grup insan, Nasreddin Hoca’yı çevirip “Hocam dünyanın ortası neresi” diye sormuşlar. Hoca, beş on adım ilerlemiş, bastonunu yere saplamış ve “Dünyanın ortası burasıdır’’ demiş. Şaşkın şaşkın bakan kişiler, ‘’Nasıl olur Hocam’’ demişler. Hoca da ‘’İnanmazsanız ölçün...’’ diye yanıt vermiş.
İşte bu fıkradan yola çıkan Akşehir Nasreddin Hoca ve Turizm Derneği, Nasreddin Hoca’nın türbesinin önündeki “Dünyanın Ortası” yazılı taşa basan turistlere “Dünyanın Ortasına Ayak Bastı” sertifikası veriyor.

HALKA SESİNİ DUYURMAK
Toplumsal imgelemde, Hoca Akşehir’le özdeşleşir gerçekten: Fıkralarında Akşehir Gölü’ne çaldığı mayayla, dünyanın ortasını Akşehir’e taşımasıyla, Tekke Deresi’ne gerdirmek istediği hasırıyla Akşehirlilerin zihninde silinmez bir yer edinir. Akşehirliler de yüzyıllar boyunca Nasreddin Hoca’nın bıraktığı tarihi ve manevi mirasa sahip çıkar.

Nasreddin Hoca, bugün Akşehir’in her köşesinde varlığını sürdürüyor. Yalnızca, her yıl temmuz ayında düzenlenen Uluslararası Nasreddin Hoca Şenliklerinde değil, günlük yaşamda da, Akşehir’in insanları, yüzlerindeki gülümseme ve renkli aksanlarıyla insanda Nasreddin Hoca’nın torunlarıyla karşılaşma hissi yaratıyor. Bu folklorik çizgide hocanın hayatını incelemeye devam ettiğimizde, Anadolu halkının sözcülüğünü yapmış bir bilgeyle karşılaşırız. Geleneksel kültürümüzde bu haliyle kabul gören Hoca, bahsi geçen sözcülüğü yaparken, temel olarak güldürü öğelerinden yararlanır; halkın övgü ve yergi becerisinin en ustalıklı hali onda kendini gösterir. Nasreddin Hoca yererken de överken de tek tip bir kalıba girmez. Gerektiğinde bilgindir gerektiğinde bilgisiz; kimi zaman utangaçtır kimi zaman atak; bazen korkak bazen de cesur... Fıkralarında sevgi ve övgü kadar yergi ve alay da önemli bir yer tutar. Gülmece de bu çelişkilerden beslenir aslında. Özellikle Hoca’nın karşısındakinin durumuyla - bu ister Timur ister sıradan bir köylü olsun - çelişki içinde bulunması, fıkraların belirleyici öğesidir.

SADE, GÜNDELİK BİR DİL
Nasreddin Hoca’nın halk bilgeliğinin alamet-i farikası, toplumdaki sorunları, halkın anlayacağı şekilde, manidar üslubuyla kısa ve öz olarak dile getirmesidir. Hoca, bireyi ve toplumu her yönüyle çok iyi tanımıştır: İnsanların aile ve komşuluktan, ticarete kadar bütün ilişkilerine kapsayıcı bir eleştirel bakış yöneltmiştir. Ağdalı değil sade, gündelik bir dil kullandığı içindir ki, halk onun dilinde kendi sesini duyar. Hoca’ya mal edilen hikayeler uzun yıllar boyunca Anadolu’da ağızdan ağza, büyükten küçüğe aktarılır. Nasreddin Hoca’nın adının geçtiği en eski yazılı belge ise “Saltukname” adlı, 1480’de Ebu’l Hayr-i Rumi tarafından yazılmış eserdir.
Rumi’nin kitabındaki baş karakter olan Sarı Saltuk, Nasreddin Hoca ve karısıyla tanışır, başına ilginç olaylar gelir. “Saltukname”deki çeşitli ifadelere bakılırsa, daha o dönemde Hoca fıkralarından oluşan el yazması derlemeler bulunur.

Giderek sayıları artan bu el yazmaları, özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasal gücünü artırmasıyla birlikte, Anadolu’dan Balkanlar’a, İran’a ve Arap topraklarına doğru yayılır. Türkiye’deki çeşitli kütüphanelerde (Süleymaniye, Elmalı ve İstanbul Belediye Kütüphaneleri) ve Oxford, Paris, Londra, Leyden, Viyana gibi yabancı merkezlerdeki kütüphanelerde bulunan el yazmalarının en eskileri 16. yüzyıla tarihlenir. Hoca’nın kendisine mal edilen hikayeler kadar, kendisine uygun görülen ‘hayat hikayeleri’ de farklılık gösterir.

1941’de yayımladığı bir yazıda, İsmail Hami Danişmend, Hoca’nın, 13. yy.’da yaşamış, Kastamonu emiri, Çobanoğulları’ndan Hacı Nâsırüddin Mahmud adlı kişi olduğunu iddia eder; ki bu kişi bir dönem Konya sultanlarına maliye nazırlığı yapmıştır.
Pertev Naili Boratav’a göre Danişmend, Hoca’yı bir bilge, soylu bir devlet adamı olarak görmek ister; Hoca’yı eşekli bir meczup gibi yansıtanların sonraki dönem yazarları olduğunu iddia eder. Fakat isim benzerliği dışında hiçbir kanıt ortaya sürmez.
Çağdaş dönem araştırmacılarından Kaya Erginer de şu sözleriyle aynı kaygıyı dışa vurur: “Nasreddin Hoca, hicvettiği insanları birçok hikayesinde eşek olarak temsil etmektedir. Türkçemizde eşek kelimesi, bilindiği gibi, aptal ve ahmak kelimeleriyle eş anlamda kullanılmaktadır. Bu hikayelerde temsil edilen ‘eşekler’, Hoca’yı hep eşekli ve eşeklerle birlikte göstermişlerdir. Eşeklerin sevgili Hoca’mıza bu azizliği hoş görülmelidir.”

Tam da bu noktada, halk arasında ‘eşeğine ters binmiş’ görüntüsüyle hafızalara kazınan Hoca’nın eşeğinin, geleneksel kültürdeki yerine bakmakta da fayda var. Nasreddin Hoca gülmecelerinde, Hoca eşeğinden ayrı düşünülemez; eşek, onun taşıtı olmasının yanı sıra temel bir yergi ve alay öğesidir. Eşek, aynı zamanda, sıradan insanların günlük deneyimiyle pek çok şeyi paylaşır; zira, acıya, sıkıntıya, dayağa, açlığa katlanışın yaygın bir simgesidir... Bu bağlamda eşek, insanın yaşamını ve insanlar arasındaki güç ilişkilerini sorgulamanın da vazgeçilmez bir aracıdır.
Eşeğini kaybedip de Hoca’ya soran köylüye, Hoca “Bende yok” der, ancak ahırdan eşeğin anırması duyulup köylü şaşkın ve yargılayan bakışlarla Hoca’yı süzünce, yanıt gecikmez: “Eşeğin sözüne mi inanacaksın benimkine mi?”

Modern dönemin araştırmacılarının, idealize ettikleri Türk ve Müslüman kültürüne dair akıllarındaki imgeyi geçmişteki Hoca’ya yansıttıkları görüşünü savunan Boratav, bu durumun sık sık Hoca fıkralarını törpüleme, edepli kılma, hatta sansürleme çabasını beraberinde getirdiğini vurgular.

Yine Boratav’a göre Hoca’nın fıkralarında, dinin temel kurallarına meydan okuyan, toplumsal töreleri alaya alan öğelerin yanı sıra doğaüstü unsurlar da zamanla törpülenmiştir.
İlhan Başgöz “Erken dönem Hoca hikayelerinin çoğu kaba sabaydı; ancak daha sonra, hikayelerin eğitimli kişiler arasında dolaşıma girmesiyle birlikte bu unsurlar giderek ortadan kalktı” diyerek, bu süreci hem özetler hem de olumlar.

Boratav’ın bu fikirlerinin yer aldığı “Nasreddin Hoca” kitabı 1996’da Ankara Edebiyatçılar Derneği ve 2006 yılında da Kırmızı Yayınevi tarafından basılır.
Okurla buluştuktan sonra belirli çevrelerde kitabın aldığı tepki, “Nasreddin Hoca’yı böyle bilmezdik” şeklinde bir şaşkınlık ve tasvip etmeme olur.
Boratav’ın, Hoca fıkralarının tamamını (Boratav’a göre 5 binden fazla) kapsayacak bir kaynak kitap önerisi de bir türlü gerçekleşemez.

ADETA ROBIN HOOD
13. yy.’ın Anadolu’su, Selçuklu ve Osmanlı İmparatorlukları arasındaki uzun ve çalkantılı bir geçiş dönemine denk gelir. Hoca fıkralarının böyle bir dönemden köklenmesi tesadüf olamaz; çünkü bu kaotik dönemde Anadolu halkı, yerleşik bir düzenin yokluğunda, yoğun işgaller ve başına buyruk, kendinden menkul iktidarlar altında inim inim inlemiştir.
Pek çok meşhur fıkrasında Hoca - sıklıkla Timur’da cisimleşen - iktidar sahiplerine kafa tutar; adeta bir Robin Hood figürü olur.

Bir gün Hoca’yı apar topar huzuruna çağırır Timur. Hoca’ya, “Benim gerçek değerim nedir?” der: “Karşında tüm dünyayı fethetmiş, sayısız orduyu dize getirmiş, dağları yerinden oynatmış bir adam var”. Ve elbette karşısındakinden övgüler bekler.
Hoca’ysa biraz düşünür, ardından sultanı baştan aşağı bir süzer ve sakalını okşayıp tekrar düşünür. Sonunda “Yaklaşık 20 altın” der. “O nasıl söz, aptal!” diye gürler Timur, “Benim yalnızca belimdeki kuşak o kadar eder!” der. Hoca cevabı yapıştırır: “Tahmin yürütürken onu da hesaba katmıştım!”

Boratav’ın Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’ndeki bir elyazmasında bulduğu bir fıkra ise şöyle:
Nasreddin Hoca bir adamla yolda giderken bir sipahiye rastlarlar. Sipahi, Hoca’nın yol arkadaşına, uzak bir köye kılavuzluk etmesini emreder. Adam: “Ben filan beyin kuluyum,” deyip bu angaryadan yakasını kurtarır. Sipahi bu sefer Hoca’ya buyurur; Hoca’nın “Ben de Allah’ın kuluyum”diyerek angaryadan kurtulmaya çalışması para etmez; sipahinin önüne katılır... Ama; “Hey Yarabbi”! Bir, filan beyin kulu olan adamın haline bak, bir de senin kulunun haline bak” diye tanrıya serzeniş etmekten de kendini alamaz. O anda, bir gürültü duyup arkasına bakan hoca görür ki sipahi attan düşüp ölmüş.
Bu ve nice fıkradan görüldüğü gibi Hoca, dönem insanının başına buyruk, hesap vermez iktidarlara yönelik şikayetlerini dile getirdiği bir platform; yazılı basının olmadığı bir dönemin eleştirel kamusallığıdır...

DÜŞÜNDÜREN FIKRALAR
Ancak Hoca’nın halk kültüründe tekabül ettiği derinlik bununla da sınırlı değildir: Hoca’nın kimi fıkralarının, hayatı alt üst etme, normal olanı başaşağı çevirme tarzıyla, insanı durup düşünmeye, yaşamın normal akışını sorgulamaya ittiği söylenemez mi? O, fıkralarıyla bizi bu hayatın ötesine götüren, ermiş bir kişi niteliği de taşımaz mı? Anadolu’da, tek tanrılı dinler öncesi pagan dinlerden gelen inanışlar, zamanla, dinin kurumsallaşması, cami, kilise ve sinagogların dini inançlar alanını düzenlemesiyle birlikte gitgide zayıflar. Buna paralel, resmi olarak atanmış dini görevliler dışındaki ermiş, derviş, keşiş gibi figürler giderek silikleşir.

Boratav da Hoca örneğinde bu duruma delalet eder: “15. yüzyıldan daha sonraki kaynaklarda yer alan hikayelerde artık onun ‘Saltukname’de belirtilen kerametlerinden, bilgece davranışlarından söz edilmez. Şuna da işaret edelim ki daha geç çağların anlatı geleneğinde, Hoca’nın kendisinin keramet ve ermişlik nitelikleri de bir hayli zayıflamış bulunmaktadır.”

BEKTAŞİ FİGÜRÜ
Ortadoğu’nun pek çok mistik geleneği şakaları, hikayeleri ve şiiri önce normal düşünce süreçlerini kırmak, ardından da belirli fikirleri ifade etmek için kullanmıştır. Böylece insan için günlük realitenin ardına göz atma şansı doğmuştur.

İstanbul Belediye Kitaplığı’nda yer alan yazmadaki bir fıkrada Hoca da önce şaşırtır ardından aydınlatır. Çocuğu hasta olan bir kadın Hoca’ya gelir ve çocuğunun iyileşmesi için dualar okumasını ister. Hoca birden durup Tanrı’ya “Şu çocuğun tez vakitte canını al ya Rabbim,” diye yalvarır. Kadın şaşırıp kalınca Hoca şu açıklamayı yapar: “Çünkü, Allah hep benim istediklerimin tersini vermiştir!” Bir süre sonra evine dönen kadın çocuğunun iyileştiğini, sapasağlam olduğunu görür...

Pertev Naili Boratav, en erken dönemlerden itibaren Hoca’ya bu tür bir doğaüstü bilginin atfedildiğine dikkat çeker: Buna göre, bir gün Hoca mezarından doğrulur, cuma namazı için camiye toplananları türbesine çağırtır. Halk kalkar türbeye gider, fakat ne Hoca’yı bulurlar ne de ondan bir iz... Ama kalkıp köye döndüklerinde, caminin kubbesinin çökmüş olduğunu görürler. Hepsinin hayatı kurtulmuştur. Hoca ermişliğini göstermiştir...
Boratav’a göre bu tür fıkralarda Hoca, düpedüz bir Bektaşi ermişine yaklaşır...

HOCA MI, HOCALAR MI?
Hoca’nın bölgedeki diğer ülkelerde alımlanma tarzına baktıkça, onun bu derin yönü daha belirgin bir biçimde ortaya çıkar. Boratav’a göre “Türkistan’dan Macaristan’a, Güney Sibirya’dan Kuzey Afrika’ya, Türk dilinin konuşulduğu yerler kadar uzun ya da kısa bir süre Osmanlı egemenliği altında kalmış tüm bölgelerde Nasreddin Hoca’nın güldürücü hikayeleri anlatılmıştır.”
Selçuklular’ın Behlül-ü Dânâ adıyla andıkları bir dervişin hikayeleri Hoca’nın hikayelerine paraleldir. Özellikle, Osmanlı Devleti’nin yayılmasına ve Çin’den Balkanlar’a kadar uzanan ticaret ağlarının güvence altına alınmasına paralel olarak, Hoca fıkraları külliyatı sözlü ve yazılı bir biçimde genişler; bugünkü Arnavut, Arap, Azeri, Bengali, Boşnak, Bulgar, Hindu, İran, Paştun, Sırp ve Urdu halk kültürlerinin bir parçası olur.

Nasreddin Hoca bu ülkelerde ‘Hoca’, ‘Efendi’, ‘Molla’ gibi isimler altında; Arapçada ‘Coha’, Persçede ‘Molla Nasruddin’, Arnavutçada ‘Nostradin Hoca’ ya da ‘Nostradini’, Azericede ‘Molla Nasraddin’, Boşnakçada ‘Nasrudin Hoca’, Özbekçede ‘Nasriddin Afandi’ ya da sadece ‘Afandi’, Kazakçada ‘Hocanasir’, Uygurcada ‘Afanti’ olarak karşımıza çıkar.
Kürt halkı, ‘Meşhur Molla’ diye bir hocanın fıkralarını anlatır. Osmanlı zamanında oluşan bazı Bulgar öykülerinde Hoca, Hitar Petar (Kurnaz Petar) denen bir yerli karakterin karşıtı, rakibi olarak belirir. Sicilya’daysa, Hoca’dan aşina olduğumuz hikayeler ‘Giufa’ adında bir karaktere atfedilir.

Hoca, Sefarad Yahudilerince de ‘Coha’ olarak adlandırılır: Hatta 1860 yılında İstanbul’da ‘Coha i Cohayko’ adlı bir mizah dergisi çıkarılır...
Daha genel bir açıdan bakarsak, Hoca’nın sembolize ettiği kıvrak zekayı, Alman folkloründe 14. yüzyılda yaşadığına inanılan ‘Till Eulenspiegel’ karakterine, Afrika’nın Swahili kültüründe anlatılan ‘Abu Nuwasi’ye benzetebiliriz.
Öte yandan Doğu Avrupa Yahudi folkloründeki ‘Hershele Ostropoler’ de yoksulluk içinde yaşayan ve zenginlerle, iktidar sahipleriyle alay eden bir figür olarak Hoca’ya benzer.

GÜNÜMÜZDE HOCA
Özellikle İran, Pakistan ve Afganistan’da, ‘Molla Nasreddin’ adıyla anılan Hoca’nın öykülerinin ayrı bir yeri vardır. Bu ülkelerde, gündelik mizahın yanı sıra, bazı Hoca fıkraları Sufi inancında bir eğitim kaynağı olarak kullanılır. Bu son derece yaygın gelenekte, Hoca öykülerinin çok katmanlı olduğu, derin anlamlar içerdiği görülür. Bir bakıma burada, Boratav’ın zaman içinde Anadolu’da silindiğini söylediği Hoca’nın ermiş yönü çıkar karşımıza.
İran’da Sufi geleneğin tanınmış temsilcilerinden İdris Şah (1924-1996), psikolojiden mistisizme pek çok kitap yazmasının yanı sıra Molla Nasreddin hikayelerini de derlemiştir. Şah’a göre, “Nasreddin hikayesi, dinleyenin aklına, ancak belirli bir zihinsel eşik aşıldıktan sonra ulaşılabilecek bilincin unsurlarını taşır”.

Yazar, “Molla Nasreddin, yaşamı bir an için durdurup, belirli zihinsel durumların ortaya çıkmasını sağlar. Bir Nasreddin fıkrası dünyevi yaşamla bilincin dönüşümü arasındaki boşluğu doldurur; hem de henüz hiçbir edebi biçimin şu ana kadar başaramadığı bir şekilde. Bu da, mistik bir deneyimi, Sufi bir bilinci mümkün kılar.”
İdris Şah’ın derlediği şu öykü bu açıdan ilginçtir: Bir gün Molla bir dükkana girer. Dükkan sahibi ona yaklaşıp, ne istediğini sorar. Nasreddin, “Dur bakalım der, her şey sırayla; sen benim dükkanına girdiğimi gördün mü?” Satıcı “Evet” diye yanıtlar: “Elbette!” Nasreddin, “Peki sen beni daha önce görmüş müydün?” diye sorar; “Hiç görmedim” yanıtını alır. Molla’nın cevabı: “Öyleyse ben olduğumu nereden biliyorsun?”

Şah’ın derlemelerinden esinlenen bir Amerikalı kukla ustası olan Richard Merrill, Molla Nasruddin diye bir kukla karakteri yaratmıştır (nasruddin.org). Esprili bir dille kendisinin de bu Molla’nın öğrencisi olduğunu belirten Merrill’e göre, Nasreddin Hoca’nın aksine Molla Nasruddin yeri yurdu belli olmayan bir dünya vatandaşıdır:
“Nasruddin bazen aptalca davranabilir, evet. Ama bu farklı bir aptallıktır: Hedefi olan bir aptallık. Bu aptal, dinleyenin zihinsel savunma mekanizmalarını aşar ve zekasını bir hançer gibi kalbe saplar.”

2.12.2008

Keramet Sarıktaysa - Nasrettin Hoca Fıkraları

Keramet Sarıktaysa - Nasrettin Hoca Fıkraları

Adamın biri Nasrettin Hoca'nın yolunu kesip elindeki mektubu uzatmış:
-Aman Hoca'm, gözünü seveyim şu mektubu bana okuyuver.

Hoca almış mektubu, açmış bakmış. Bir süre elinde evirip çevirdikten sonra tutup sahibine geri vermiş:
-Bu mektup okunacak gibi değil. Yazılar kargacık burgacık. Hem dilide yabancı, ben okuyamam bunu, kusura bakma...! demiş Hoca.

Adam çok kızmış bu işe, terslemiş Hoca'yı:
-Ayıp Hoca ayıp..! Benden utanmıyorsan başındaki sarıktan utan bari. Bir mektubu okuyamadın yahu..!

Hasreddin Hoca'nın canı bu işe çok sıkılmış. Başındaki sarığı çıkardığı gibi adamın başına geçirmiş:
-Hadi bakalım demiş, mademki keramet sarıkta sen oku bakalım şu mektubu da görelim...!

1.12.2008

Kırk Yıllık Sirke - Nasreddin Hoca Fıkraları

Kırk Yıllık Sirke - Nasreddin Hoca Fıkraları

Nasrettin Hoca tam yatacakken birden kapı vurulmuş. Hoca söylene söylene kapıyo açmış. Kim olacak Hoca'nın yan komşusu:
-Hocam, sende kırk yıllık sirke varmış, haberini aldım. Rica etsem bir bardak verirmisin, şifa niyetine içeyim, demiş.
Hoca bu, malı kıymetli tabiki..
-Yahu adı üzerinde kırk yıllık sirke, öyle her keze vermiş olsaydım sirke bu zamana kalırmıydı hiç...!